23 Ağustos 2016 Salı

Toprak Ana - Cengiz Aytmatov



"Ey insanlar, dağların, denizlerin ardında yaşayan insanlar! Neden savaşıyorsunuz? Toprak mı istiyorsunuz? İşte toprak benim. Hepinizin anasıyım ben. Ve sizler benim önümde eşitsiniz. Kavgalarınızı değil, calışmalarınızı, dostluğunuzu istiyorum ben. Toprağa bir tane atın, ben yüz başak vereyim size. Bir çubuk dikin, bir ağaç yaratayım ondan. Sürü besleyin, yeşil çayırlar olayım göz alabildiğince. Evler kurun, ben duvar olayım onlara.Üreyin, çocuk yetiştirin, hepinizin sıcak yuvası olayım. Ben hepinizi kucaklayacak kadar sınırsızım" diyor Toprak Ana. 

Azıcık kulak verse insanoğlu, savaş mavaş kalmaz ortada. Yine çok etkileyici, iç acıtıcı bir kitap okudum. Küçük dev kitap desem yeridir. İkinci Dünya Savaşı'nın masum köylü halka olan yansımasına, dağılan ailelere, açlığa, özleme, yaşama mücadelesine, şahit oldum. Bir kadının, kocasını, oğullarını savaşa kurban verdiğinin acısını hissettim, aylarca yıllarca süren bir umut gördüm oğlunun ölmemiş olduğuna dair. Savaş bitip, köyden savaşa giden onlarca gençten sadece birinin döndüğü görüldüğü anlarda ağlamaktan helak oldum.

Kesinlikle tavsiye ederim.

Sayfa sayısı: 120
Yayınevi     : Elips Kitap
Yayın yılı    : 2012

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig


Kitabın konusuna; bir kadının çocukluğundan ölene kadar tüm hayatı boyunca sevmiş olduğu adama yazdığı bir mektupla, aşkını itirafı diyebiliriz. Çok ince bir kitap olmasına rağmen, bende hiç unutmayacağım kadar etkili duygular uyandırdı.

Kadının adama karşı hissettikleri; "terk edilmiş bir çocuğun delice, kendi kendisini yiyip bitiren, trajik bir umarsızlıktaki saplantısı şeklinde ortaya çıkıyor ilk. Adamın bir bakışını bile böylesine bir saplantı haline getiren çocuk, yıllar sonra adamın karşısına genç bir kız ve daha ileride genç bir kadın olarak çıktığında, adamın onu her seferinde tanımaması kadını derinden etkiliyor. 

Adamın kadının ona olan saplantısından en ufak bir bilgisi bile yok. Kadın birbirlerini gördükleri andaki ikisi arasındaki his farkını şu cümlelerle ifade etmiş;

"... bir tel gibi gergindim ve varlığının ona her dokunuşuyla tınlıyordum. .... ama sen beni ancak cebinde taşıdığın ve karanlıkta sabırla senin saatlerini sayıp ölçen, yollarında sana duyulmayan nabız atışlarıyla eşlik eden ve senin acele bakışlarının saniyelerin tik taklarının ancak milyonda birinde yöneldiği saatin yayının gerginliğini hissettiğin kadar hissedebiliyordun."

Son zamanlarda erkeklerin kadınlara olan saplantılı aşklarını içeren kitaplar okudum, hepsinde de içimde sürekli bir kızgınlık vardı fakat bu kitabı okurken kızgınlıktan çok acıma duygusu oluştu. Kadınların sevmesi daha samimi geliyor sanırım bana.

Kitabın beni en çok etkileyen kısmı, kadının çocukluğu ile ilgili söyledikleriydi. Belki de anne olmamdan kaynaklı, o kısım dikkatimi daha çok çekti. Kadın adama olan saplantısının nedenini açıklıyor bir nevi:

"... çünkü yeryüzünde hiçbirşey kuytulardaki bir çocuğun farkedilmeyen sevgisiyle karşılaştırılamaz, çünkü bu sevgi, yetişkin bir kadının tutkulu ve bilinçaltında hep talep eden aşkının hiçbir zaman olamayacağı kadar umarsız, kendini karşısındakine hizmet etmeye adayan, boyun eğen, hep pusuda yatan ve tutkuyla yoğrulmuş bir sevgidir. Sadece yalnızlık çeken çocuklar. tutkularını bütünüyle, dağılmaksızın koruyabilirler, ötekiler duygularını başkalarıyla beraberlik atmosferinde gevezeliklerle harcarlar, yakınlıklarla köreltirler....."

ki harcayıp köreltmelilerdir de zaten. Köreltemezlerse, çocukların bu içsel yalnızlığı çok tehlikeli, kitaptaki gibi duygusal aşırılıklara, kendini hiçe sayan bağlılıklara neden olabilir. Özellikle bu bakımdan asla unutmayacağım bir kitaptı.
Tavsiye ediyorum.

Sayfa sayısı: 55
Yayınevi     : Türkiye İş Bankası K.Y.
Yayın yılı    : 2012

10 Haziran 2016 Cuma

Od - İskender Pala


Yunus'un "bilme - bulma - olma" yolculuğunun kitabı. Herhalde en kısa ve öz bu şekilde tanımlanabilir. Aslında kitap sondan başlıyor, sonra tekrar baştan alarak devam ediyor ve en sonki bölüm başla birleşiyor. Güzel bir tarz olmuş. 

Yunus Emre'nin kendi ağzından anlatılan hayat hikayesi; gençlik yıllarında, Sitare ile evli olduğu ve iki oğlu olduğu dönemde, köylerine yapılan bir Moğol baskını ile başlıyor. Büyük oğlu İbrahim'i orada kaybediyor ve sağ kalan köylülerle başka biryere göçmek zorunda kalıyorlar. Serüven böyle hazin bir olayla başlıyor.

O dönemde Anadolu, Moğollar (kitapta Çekikgözler olarak geçiyor), Bizans tekfuruna çalışan haramiler (kitapta soğuk nefesler olarak geçiyor), Alamut fedailiğine devam eden Haşhaşiler gibi tehlikeli grup ve çeteler yüzünden güvensiz bir yer. Halk zaten fakirlikten kırılıyor. Yunus, Hacı Bektaş (Tebessüm Sultan diyor Yunus) dergahına köylüleri için biraz yiyecek istemeye varıyor. Geri döndüğünde ise köye yine bir baskının olduğunu görüyor ve canından çok sevdiği Sitare'yi de bu baskında kaybettiğini öğreniyor. Yunus'un Sitare'ye olan aşkı kitapta beni en çok etkileyen konulardan biri. Kitabın sonuna kadar her sayfada bunu hissediyorsunuz zaten. Daha onla tanıştığı, ilk gördüğü andaki duyguları bile çok etkileyici:

"...Gözleri bozkırın kuraklığını dindirecek kadar engin, saçları, her bir telinde bin umut örülmüş gibi zincir zincir. Ya has bahçede bir gül fidanı, yahut toz boran içinde bir kardelen.."

Her an ona hasret ve aşkla dolu Yunus. Adeta onunla yaşamaya devam ediyor ölümünden sonra bile. Yine gittiği bir yolculuktan döndüğünde de yine bir baskın olduğunu ve 10 yaşına gelmiş olan küçük oğlu İsmail'in kaybolduğunu öğreniyor. Bu aşamadan sonra yine Haci Bektaş dergahının yolunu tutan Yunus, bir yandan da niye Allah'a inanan iyi insanların başına bu kötü olayların geldiğini sorguluyor. Hacı Bektaş onu Tapduk Emre'nin Dergah'ına gönderiyor ve orada uzun yıllar dağlardan odun geitiriyor dergaha.

Bir diğer taraftan oğlu İsmail'i kaçıranlar onu esir pazarında bir cellata satıyorlar. İsmail o yaşta işkencenin tüm çeşitlerine bizzat yamaklık yaparak haiz oluyor. Benim için en etkileyici kısımlardan biriydi burası da.

Kısacası Yunus, bilmezken, hamken, dergaha gelir, orada kendini bilir, Hakk'ı bulur ve pişer, artık olmak zamanı gelmiştir. Artık Şeyh Yunus olarak halkı aydınlatmak üzere yollara düşer. Karşılaştığı, gittiği her yere doğruyu, Hakk'ı anlatır.

Kitabın isminin mereden geldiğini merak edenler için kısa bir alıntı yapacağım:
"Dağdan odun getiriyordum. Herkes ona odun diyordu; iki heceyle, od-un işte, ateş veren şey... Ama ben onun ilk hecesiyle ilgilendim. ateş olan kısmına, gönüllerde aşkı tutuşturan alevli kısmına, 'od'a talip oldum."

Kitabın sonu ise dediğim gibi, kitabın baş kısmıyla birleşiyor ve öyle etkileyici ki. Oğlu İsmail ile karşılaşma sahnesi anlatılmış. Şahsen ben çok ağladım. sizin de etkileneceğinizden eminim.

Kesinlikle okunması gereken bir kitap, tavsiye ediyorum.

Sayfa sayısı: 359
Yayınevi     : Kapı yayınları
Basım yılı   : 2011 


7 Haziran 2016 Salı

Ne Çok Soru Soruyorsun - Arslan Sayman

Ufaklığa, doğumgününde bir arkadaşı mavi kapaklı bir günlük hediye eder. Bu hediye şaşırtır Ufaklık'ı, bir erkeğe günlük yazmak yakışır mı diye düşünürken, anılarının kendisi için ne kadar değerli olduğunun farkına varır. Kitap Ufaklık'ın yaşam öyküsünü, tuttuğu günlükler şeklinde bize ulaştırıyor. Dolayısıyla çocukların çok sevdiği bir anlatım türü. 
Eğer çocuğunuzun anlatım yeteneğini ve ifade etme gücünü geliştirmek için çocuğunuza günlük tutma alışkanlığı kazandırmak istiyorsanız, bu kitap onu şevklendirmeye yardımcı olacaktır. Benim kızım da bu kitabı okuduktan sonra günlük tutmaya başladı, düzenli yazmasa da ara sıra heveslenip bir şeyler yazıyor. 

Yaş grubu    : 9+
Yayınevi      : Kırmızı Kedi Çocuk
Sayfa Sayısı: 124

Canı Sıkılan Çocuk - Dursun Ege Göçmen


Kitap okuma sevgisi, arkadaşlık, çevreye duyarlılık gibi konular, iki çocuğun okulda ve ormanda yaşadıkları maceralarla eğlenceye dönüştürülerek anlatılmış. Sınıfta aynı sırayı paylaşan haylaz Özgür ile çalışkan Memo eskiden birbirlerinden pek hoşlanmazken, sonradan çok iyi arkadaş oluyorlar. Her yönüyle iyiye, doğruya yönlendiren bir öykü olmuş. 
Canı Sıkılan Çocuk, 'Gülten Dayıoğlu Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Vakfı 2007 yılı Çocuk Romanı Ödülü' alan bir çocuk romanı. 9 yaş ve üstü çocuklar için uygun olan kitabı kızımdan önce ben okudum ve çok beğendim. 

Yaş grubu   : 9+
Yayınevi     : Altın kitaplar
Sayfa sayısı: 94

6 Mayıs 2016 Cuma

Yeşil Bisikletli Kız - Çimen Erengezgin



Hikayeler birbirinden bağımsız olsa da Yeşil Bisikletli Kız, yazarın Gezginname ile başlattığı farkındalık serüveninin devamı niteliğinde. Bu serüven, insanın kendisiyle, yaptıkları hatalarla, davranışlarıyla yüzleşme ve kabullenme safhalarından oluşuyor. Yine Gezginname'de olduğu gibi huzurlu ve sakin bir şekilde okuyucuya ulaşıyor hikayeler. Her nekadar daha ilk hikayenin ikinci sayfasında ağlasam da genelde mutlulukla okunacak hikayeler:)


Gezginname'den farklı olarak, okuyucuya bir ışık yakmak adına, her hikayeden önce bu farkındalık yolculuğunda atılması gereken adımları içinde gizleyen birer cümle konulmuş. Gezginname'de ise bölümün sonlarına doğru bize verilmek istenen mesaj ortaya çıkıyordu.

Hikayeler yine oldukça fantastik, bu nedenle okuması, hayal etmesi de birhayli zevkli hale geliyor. Hayvanların, doğanın, sabun köpüğünün bile dile gelmesi, bizlere etrafımızda canlı cansız herşeyin aslında bizlere birşeyler anlatabileceğini, hayata dair bir mesaj verebileceğini, bu nedenle kendimizin ve etrafımızda olan herşeyin farkında olmamız gerektiğini düşündürtüyor. 

Herkesin kitaptan alacağı ders farklıdır. Çünkü herkes kendi farkındalık yolculuğunun farklı bir aşamasındadır. Bu bakımdan kitabın içindeki bölümlerden Yeşil Bisikletli Kız, Şarkı söyleyen Kız, Çekmecedeki Hazine, Kapı bölümleri beni en çok etkileyen bölümlerdi.

Yazı dili yine çok sade, herhangi bir edebi sanat oyunlarına girmeden, okuyucuya verilmek istenen mesajı en anlaşılır ve açık şekilde verebilmek amacı güdülerek yazılmış. Hiç kişisel gelişim tarzını sevmeyenlere bile bu kitabı alıp okumalarını tavsiye ederim, kişisel gelişime bakış açınızı değiştirecek türden olduğunu göreceksiniz.

Sayfa sayısı: 182
Yayınevi     : Yitikülke yayınları
Basım yılı   : 2016

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Gezginname - Çimen Erengezgin


Hani bazı kitaplar vardır, okurken çok basit gibi gelir de, bir zaman sonra kendinizi sorgularken bulursunuz sayfaların arasında. Çetrefilli olaylar, entrikalar, karmaşık kurgularla boğuşmak istemezsiniz bazen, bir serçenin şeftali ağacıyla muhabbeti iyi gelir size o anlarda. Çünkü kendinizi dinleme fırsatını böyle sakin satırlarda bulursunuz.

Bir kişisel gelişim, yazarın tabiriyle 'kendi içine yolculuk' kitabı Gezginname. Ama öyle klasik 'şunu yapın, bunu yapmayın' tarzındaki bildiğiniz kişisel gelişim kitaplarına hiç benzemiyor. Kendi içine yolculuk süreçlerini öyle huzurlu hikayelerle gerçekleştiriyor ki, kişisel gelişim kitabı olduğunun farkına bile varmıyorsunuz ama içinize işliyor bu yolculuk çaktırmadan. 
Kitap Şeftali Ağacı, Yelkenli, Gezginname ve Lodosçu olarak dört bölüme ayrılmış. Birbirinden bağımsız hikaye gruplarıymış gibi hissedilse de kitabın sonunda sizi bir sürpriz bekliyor. Benim en çok Gezginname ve Lodosçu bölümleri hoşuma gitti. Ama genelinde okurken içime hep bir mutluluğun dolduğunu hissettim. Şeftali Ağacı ile hayata geliş amacımı düşündüm, Yelkenli ile özgürlüğe yelken açtım, Gezginname ile hayallerimle ve korkularımla yüzleştim, Lodosçu ile hayattan beklentilerime ümitle baktım. 

Anlatımı genelde fantastik bir tarzda, hayvanların, bitkilerin, doğanın kişilik kazanarak, insana yol gösterebildiği bir anlatımla yazılmış. Özellikle Gezginname kısmında sanki kendinizi Harikalar Diyarı'nda, Narnia Günlükleri'ndeki ormanda ya da Avatar'ın Pandora'sındaymış gibi hissedebilirsiniz. Dili çok sade ve neredeyse bir çocuğun anlayacağı açıklıkta yazılmış ama benim tavsiyem, sakin sessiz bir ortamda okumanız ve kendiniz için de bir farkındalık yolculuğuna fırsat tanımanızdır.

Hayatın her aşamasında hep bir beklentimiz vardır mutlaka, önemli olan mutlu bekleyiştir, anı yaşamak, andan zevk almak, geleceğe takılıp kalmamak, gelecekte varmak istediğimiz, mutlu olacağımız noktaya giden yolu da doğru değerlendirmek, anı kaçırmamak.

Bir alıntı yapmak istiyorum:
"..Hayatımız boyunca bazı acılar da yaşayacağız elbette. Bu acıların bizi esir etmesine engel olan tek şey ise direnmemek. Kabul edip affettiğin zaman direnmeyi bırakır ve hissettiğin acılardan özgürleşirsin. O zaman sen bile anlamazsın, canının neden bu kadar yandığını."

Yazarın kendi farkındalık yolculuğunu bizimle paylaştığı bu kitabın her yaşta insana faydalı olacağını düşünüyorum.

Sayfa sayısı: 199
Yayınevi     : Yitikülke yayınları
Basım yılı   : Şubat 2015

30 Nisan 2016 Cumartesi

Beşinci Köşe - Gamze Güller

 Yazarın ikinci öykü kitabı olan 'Beşinci Köşe'de yine on tane öykü yer alıyor. Hemen hemen hepsini beğenmekle birlikte benim için öne çıkan ilk üç öyküsü; 'Beşinci Köşe', 'Tuzak', 'Zelişin Rüyası'.                         

2012 yılında Dedalus Kitap tarafından yayımlanan kitap,  2013 Orhan Kemal Öykü Yarışmasında birincilik ödülü almış.                                                                                                Diğer öykü kitabında olduğu gibi, bu kitaptaki hikayelerde de çoğunlukla, kadın-erkek ilişkileri, bitmiş aşklar, tükenmiş sevgiler, hiç başlayamayan tek taraflı hevesler, hiç yapılmaması gereken evlilikler, kısacası kadın ve erkeğin dışa yansıtmadığı ama içinde hissetiği, söylenmeyen, konuşulmayan, içten söylenen sözler, sitemler, duygular dile getirilmiş. Özellikle Tuzak ve Beşinci Köşe öykülerinde göze çarpan ve hoşuma giden taraf, yazarın çok kısa anlara hikayeler sığdırması. Yine diğer hikaye kitabında olduğu gibi, öykülerin sonunda ya bir şey olmasını bekliyorsunuz ama yazar beklediğinizi oldurmayarak, ummadığınız bir anda öyküyü bitirerek sizi şaşırtıyor; ya da tam tersi, hiçbir olay beklemezken ummadığınız bir durum ortaya çıkararak sonlandırıyor öyküsünü.

'Tuzak' öyküsünden ifadelerini beğendiğim bir alıntı yapmak istiyorum:
"Meltem'i yazmak istiyor, ama tarafsızlığını koruyamamaktan korkuyor. Onu tarif etmek, ince ince çözümlemek, ondan yeni bir Meltem yaratmak... Resmini çizmek, ona besteler yapmak, onu sayfa sayfa anlatmak istiyor. Ama kafasının içindeki sınırlardan bir türlü kurtulamıyor. Yazdıkları, içi boş cümlelere dönüşüyor kalemin ucunda; anlattığı Meltem olmuyor. Yazdığı Meltem, aslının yakınından bile geçmiyor. Sonunda, kafasında oynattığı çirkin bir kuklaya dönüşüyor... Ön sözünü bile yazmayı beceremediği bir roman Meltem. Daha ilk sayfasında tıkandığı bir muamma..."

Bir de 'Beşinci Köşe' öyküsünden bir alıntı yapmadan geçemeyeceğim:
"Küçükken, oturduğumuz apartmanın asansöründe köşe kapmaca oynardık ve olur olmaz asansörde kalırdık. Asansörler garip bir şekilde bu oyunu hatırlatır bana. Çocukların çoğu, alan çok dar olduğu için köşelerini değiştirmeye yanaşmazlardı kolay kolay. Kaptırmaktan korkarlardı. Ben her nedense ataktım bu konuda. Pervasızca terkediverirdim köşemi. Ama sonuçta hep ortada kalırdım. Şimdi de öyle. Ben hayattaki beşinci köşeyim. Herkes tuttuğu köşelere sıkı sıkı sarılmışken ben sürekli elimdekileri bırakıp ortaya atıyorum kendimi."

Beğenerek okuduğum, okurken hiç sıkılmadığım, akıcı hikayelerin bulunduğu bir kitaptı diyebilirim. Yazarın diğer kitaplarını sabırsızlıkla bekliyorum.

Sayfa sayısı: 83
Yayın evi: Dedalus
Basım yılı: 2012


İçimdeki Kalabalık - Gamze Güller

Öykü okumayı çok seven biri olarak, yazarın ilk kitabı olan 'İçimdeki Kalabalık' ı keyifle okudum. 10 öyküden oluşan kitapta, beni en çok etkileyen veya beni içine alan diyebileceğim ilk üç öykü; 'Dağların Soluğu', 'Gel Pisi Pisi', 'Parkta' diyebilirim.                                         Bu öykülerden 'Dağların Soluğu', 2007 Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali Öykü Yarışmasında birincilik ödülü almış bir öykü zaten. 'Gel Pisi Pisi' isimli öyküsü de  2007 Özgür Pencere Edebiyat Derneği Kadın Öyküleri Yarışmasında mansiyon ödülü almış. 

Genel olarak yazarın öykülerinin en sevdiğim tarafı; hikayenin son ana kadar bir konu üzerinde ilerlerken, hikayenin sonunda beklemediğimiz bir olay veya durumla karşı karşıya kalmamız ve bu durumun nedeni, nasılı konusunda okuyucuya hayal kurma, kendine göre bir neden bulma, bir son çizme fırsatı tanıması. 

Yazar hemen hemen bütün hikayelerinde bir kadın sesini yansıtmış okura, bu rahatça hissediliyor. Genelde kadın erkek ilişkilerinin ağırlıkta olduğu izlenimi verdi bana.

'Dağların Soluğu' öyküsünden beğendiğim bir alıntı: 
"Hiç kalbinde kırmızı çiçekler açtı mı senin?, diye sormuştu bana eskiden beni çok seven biri, anlamamıştım. Bir gün aşık oldum, anladım. Beklemenin sahip olmaktan daha güzel olduğunu, kalbime dikenlerini batırıp da kanatanın aslında kavuşmak olduğunu keşfettiğimde, artık genç bile sayılmazdım."

Hikaye okuma zevkimin sonuna kadar tatmin edildiği bir kitaptı. Öykü okumayı sevenlere, sevmeyenlere tavsiye ederim.

Sayfa sayısı: 88
Yayınevi     : Dedalus
Basım yılı   : 2014


26 Nisan 2016 Salı

Bülbülün Kırk Şarkısı - İskender Pala

İskender Pala'nın kalemiyle ilk defa bu kitapla tanıştım. Genelde kitaplarının dilinin ağır olduğu gibi bir ön yargım vardı. Konu da Hz. Muhammed'in hayatı olunca bana bayağa ağır gelir diye düşünüyordum. Ama hiç korktuğum gibi olmadı. 

Kitabın en çok hoşuma giden yanı bir bülbülün ağzından yazılmasıydı, çok orjinal geldi o kısmı. 
Kendini tanrı yerine koyan Nemrut'un Hz. İbrahim'i kalabalığın önünde ateşle cezalandırma çabaları sırasında onu kurtarmak isteyen bülbülün Hz. İbrahim'le konuşmasıyla başlıyor kitap. Nemrut'un elinden Allah'ın mucizesiyle kurtulan Hz. İbrahim:

"Allah'ım, bu aşk avaresi bülbülün ruhunu ta kıyamete kadar zinde kıl! İlahi, bedeni her doğumda değişse de gönlüne nakşedeceğin aşk, dünya bağının en muhteşem gülü için tazelensin, tazelensin... Allah'ım bu şeyda bülbül güle vuslat bulduğunda, o vuslatı kıyamete kadar anlatmak üzere sesine neslim Davut gibi güzellik ve bereket ver. Ta ki gül için kırk şarkı söylemiş olsun... Amin!" şeklinde dua ediyor. Böylece bülbülün dünyanın en muhteşem gülü ile ilgili serüveni başlıyor ve Hz. Muhammed'in vefatına kadar sürüyor.

Çok etkilendiğim, kendimi kaptırıp o zamanlarda hissettiğim ve okurken hiç sıkılmadığım bir kitap oldu. İslamiyetin doğuşu, yayılışı sırasında çekilen çileleri bir kez daha daha ayrıntılı bir şekilde idrak etmiş oldum. O zaman zarfında Hz. Muhammed'in en yakınlarında olan, ona destek veren, düşman olan kim varsa çok daha yakından tanımış oldum. Peygamberimizin ilk eşi olan Hz. Hatice'yi anlatırkenki ifadeleri çok hoşuma gitti mesela, bir kadın ancak bu kadar güzel anlatılır:

"Itırcılar Çarşısı'na bakan evinin çatısında şarkılar söylerken kalbimi hayranlıkla ürperten saadet yüzlü kadın... Mekke'nin sırça vazosundaki narin çiçek... Kadınlıkta bir ufuk, kadın oluş üzere yaratılmış bir abide. Emsalsiz bir şefkatin, engin bir tatlılık ve yumuşaklığın, nadide bir kadın sezişi ve ruh zenginliğinin sembolü... İnceliğin ve zerafetin idrak mertebesi..."

"Bütün şarkılarım sana senadır ya Rasulallah / Ne ki vardır ya senden ya sanadır ya Rasulallah " çünki "Seni her kim severse ben rakibim ya Rasulallah!" diyerek özetliyor en sonunda bülbül gülüne olan aşkını.

Kitabı yorumlamak güç gerçekten, kurgu Allah'ın kurgusu, dünyanın kurgusu, bize düşen doğru anlamak.

İskender Pala'nın yazım dili de çok hoşuma gitti, peygamberimizin hayatını bir de onun kaleminden okuyun derim. Ben şahsen diğer kitaplarından da okumayı planlıyorum.

Sayfa sayısı: 578
Yayınevi     : Kapı yayınları
Basım yılı   : Ocak 2015