10 Haziran 2016 Cuma

Od - İskender Pala


Yunus'un "bilme - bulma - olma" yolculuğunun kitabı. Herhalde en kısa ve öz bu şekilde tanımlanabilir. Aslında kitap sondan başlıyor, sonra tekrar baştan alarak devam ediyor ve en sonki bölüm başla birleşiyor. Güzel bir tarz olmuş. 

Yunus Emre'nin kendi ağzından anlatılan hayat hikayesi; gençlik yıllarında, Sitare ile evli olduğu ve iki oğlu olduğu dönemde, köylerine yapılan bir Moğol baskını ile başlıyor. Büyük oğlu İbrahim'i orada kaybediyor ve sağ kalan köylülerle başka biryere göçmek zorunda kalıyorlar. Serüven böyle hazin bir olayla başlıyor.

O dönemde Anadolu, Moğollar (kitapta Çekikgözler olarak geçiyor), Bizans tekfuruna çalışan haramiler (kitapta soğuk nefesler olarak geçiyor), Alamut fedailiğine devam eden Haşhaşiler gibi tehlikeli grup ve çeteler yüzünden güvensiz bir yer. Halk zaten fakirlikten kırılıyor. Yunus, Hacı Bektaş (Tebessüm Sultan diyor Yunus) dergahına köylüleri için biraz yiyecek istemeye varıyor. Geri döndüğünde ise köye yine bir baskının olduğunu görüyor ve canından çok sevdiği Sitare'yi de bu baskında kaybettiğini öğreniyor. Yunus'un Sitare'ye olan aşkı kitapta beni en çok etkileyen konulardan biri. Kitabın sonuna kadar her sayfada bunu hissediyorsunuz zaten. Daha onla tanıştığı, ilk gördüğü andaki duyguları bile çok etkileyici:

"...Gözleri bozkırın kuraklığını dindirecek kadar engin, saçları, her bir telinde bin umut örülmüş gibi zincir zincir. Ya has bahçede bir gül fidanı, yahut toz boran içinde bir kardelen.."

Her an ona hasret ve aşkla dolu Yunus. Adeta onunla yaşamaya devam ediyor ölümünden sonra bile. Yine gittiği bir yolculuktan döndüğünde de yine bir baskın olduğunu ve 10 yaşına gelmiş olan küçük oğlu İsmail'in kaybolduğunu öğreniyor. Bu aşamadan sonra yine Haci Bektaş dergahının yolunu tutan Yunus, bir yandan da niye Allah'a inanan iyi insanların başına bu kötü olayların geldiğini sorguluyor. Hacı Bektaş onu Tapduk Emre'nin Dergah'ına gönderiyor ve orada uzun yıllar dağlardan odun geitiriyor dergaha.

Bir diğer taraftan oğlu İsmail'i kaçıranlar onu esir pazarında bir cellata satıyorlar. İsmail o yaşta işkencenin tüm çeşitlerine bizzat yamaklık yaparak haiz oluyor. Benim için en etkileyici kısımlardan biriydi burası da.

Kısacası Yunus, bilmezken, hamken, dergaha gelir, orada kendini bilir, Hakk'ı bulur ve pişer, artık olmak zamanı gelmiştir. Artık Şeyh Yunus olarak halkı aydınlatmak üzere yollara düşer. Karşılaştığı, gittiği her yere doğruyu, Hakk'ı anlatır.

Kitabın isminin mereden geldiğini merak edenler için kısa bir alıntı yapacağım:
"Dağdan odun getiriyordum. Herkes ona odun diyordu; iki heceyle, od-un işte, ateş veren şey... Ama ben onun ilk hecesiyle ilgilendim. ateş olan kısmına, gönüllerde aşkı tutuşturan alevli kısmına, 'od'a talip oldum."

Kitabın sonu ise dediğim gibi, kitabın baş kısmıyla birleşiyor ve öyle etkileyici ki. Oğlu İsmail ile karşılaşma sahnesi anlatılmış. Şahsen ben çok ağladım. sizin de etkileneceğinizden eminim.

Kesinlikle okunması gereken bir kitap, tavsiye ediyorum.

Sayfa sayısı: 359
Yayınevi     : Kapı yayınları
Basım yılı   : 2011 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder